paşaların kavgası


      Paşaların Kavgası / Kâzım Karabekir, Syf. 157-158-159

    Yeni yolun açılış merâsimi ne zaman ve ne tarzda olacağını merâkla bekliyordum. 18 Temmuz'da, İslâm'lığın terakkiye ma’ni olduğunu haykıran Fethi Bey ve arkadaşları bu ma’niayı nasıl ve ne zaman kaldıracaklardı ? Hükümet programıyla mı ? Yoksa Gâzi'nin herhangi bir hamlesiyle mi..? Bu bekle-yişim uzun sürmedi. Hemen bu akşam  ( 14 Ağustos ) Heyet-i İlmiyye şerefine Türk Ocağında verilen çay ziyafetinde ilk tehlikeli hamle göründü.    Şöyle ki, ziyâfete Mustafa Kemal Paşa da, ben de dâvet edilmiştik. Vekillerden kimse yoktu. Hayli geç gelen Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i İlmiyyenin şimdiye kadar ki mesâisi ile ilgili görünmeyerek "Kur’an-ı Kerîm’i Türkçe'ye aynen tercüme ettirmek" arzûsunu ortaya attı.     Bu arzûsunu, hatta mücbir olan sebebini, başka muhitlerde de söylemiş olacaklar ki, bugünlerde bana Şerîye Vekîli ( Şerîat Bakanı) Konya Me’busu Hoca Vehbî Efendi vesâir sözüne inandığım ba’zı zatlar şu ma’lumatı vermişlerdi :    "Gâzi, Kur’an-ı Kerim'i ba’zı İslâmlık aleyhtarı zübbelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kur’an'ı Arapça okunmasını, namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak..! Ve o zübbelerle işi alaya boğarak güyâ Kur’an'ı da, İslâm'lığı da kaldıracaktır. Etrafındaki böyle bir muhit kendisini  bu  tehlikeli yola sürüklüyor. Ba’zı yeni kişilerden söz ettikleri gibi, bu akşam da bu fikre ayak uyduran ba’zı kimseler görünce, bu tehlikeli yolu önlemek için Mustafa Kemal Paşa'ya şöyle cevâb verdim :    “Devlet Reisi sıfatıyla din işlerini kurcalamaklığınızın içerde ve dışardaki tesirleri çok zararımıza olur. İşi alâkadar makamlara bırakmalı. Fakat rastgele şunun bunun içinden çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi, kötü politika zihniyetinin de işi karıştırabileceği gözönünde tutularak, içlerinde Arapça’ya ve dînî bilgilere de hakkıyla vâkıf değerli şahsiyetlerin de yüksek ilim adamlarımızdan mürekkeb bir heyet toplanmalı ve bunların kararına göre tefsir mi, tercüme mi yapmak muvâfıktır, ona göre bunları harekete geçirmelidir.”     "Din adamlarına ne lüzum var, dinlerin târihi ma’lumdur, doğrudan doğruya tercüme edivermeli..!"  gibi ba’zı hoşa gider gibi fikirler ortaya atılınca buna karşı :    "Müstemlekeleri İslâm halkıyla dolu olan büyük milletler, kendi siyâsî çıkarlarına göre Kur’an'ı dillerine tercüme ettirmişlerdir. İslâm dinine ve Arapça diline hakkıyla vâkıf kimselerin bulunmaya-cağı herhangi bir heyet, tercümeyi meselâ Fransızca'sından da yapabilir.     ( Bir müddet sonra böyle bir tercüme de ortaya yayıldı. Bir müddet sonra da bazı câmilerde bu Türkçe tercümeden mukabele okutuldu ise de, iş ancak ezanın Türkçe olması şeklinde kalabildi.)    "Fakat bence, burada Maârif programımızı tespit için toplanmış bulunan bu yüksek heyetten, vicdânî olan din bahsinden değil, müsbet ilim cephesinden istifâde hayırlı olur. Kur’an'ın yapılmış tefsirleri var, lâzımsa yenisini de yaparlar. Devlet nüfûzunu bu yolda yıpratmaktansa, Millî kalkınma-ya hasretmek daha hayırlı olur," dedim. Mustafa Kemal Paşa beyânatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü :    “Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yâvelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devâm etmesinler..”   İşin bir Heyet-i  İlmiye huzûrunda berbat bir şekle döndüğünü gören Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyler : "Paşam çay hazır, herkes sofrada sizi bekliyor" diyerek bahsi kapatabildiler. Bizler de husûsî masadan kalkarak  sofraya oturduk ve yedik içtik. Fakat heyet-i ilmiyenin bütün âzâsı üzgün görünüyordu. Şüphe yok ki, cumhuriyetin ilânından evvelki yakın günlere kadar Kur’an'ı ve Paygam-ber'i her yerde medh ve senâ eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese ezâ veriyordu.Syf. 162 : Dün akşamki ağır beyânatın sözde kalmasını hepsi candan diliyordu. Herhangi dini ve ahlâkî inkilâb zihniyetini, ne ilme ne de ilim adamlarına dayanamayacağına göre, nereden geldiği belli olmayan bu tehlikeli fikrin fiiliyat sahâsına çıkabilmesi herşeye elverişli bir muhitle, pek yaman hâdiselere yol açacağı herkesi düşündürüyordu. Gâzi İslamiyeti Övüyor mu, Yeriyor mu ?     16 Ağustos'ta İsmet Paşa ile görüştüm. 18 Temmuz'da Teşkilat-ı Esasiyye münâsebetiyle Fethi Bey ve arkadaşlarıyla yaptığımız "İslâm'lık terakkiye ma’nidir" münâkaşasını ve Gâzi'nin yakın zaman-lara kadar her yerde İslam Dini'ni, Kur’an'ı ve Hilâfeti meth ve senâ ettiği ve hatta pek fazla olarak Balıkesir'de minbere çıkıp aynı esaslarda Hutbe dahî okuduğu hâlde, dün gece heyet-i ilmiye karşı-sında Peygamberimiz ve Kuran'ımız hakkında hatır ve hayâle gelmeyecek tarzda konuştuğunu anlat-tım ve bu tehlikeli havanın Lozan'dan yeni geldiği, hakkındaki kanaatin umumi olduğunu da söyledim.    İsmet Paşa ; Macarlar, Bulgarlar aynı saflarda İtilaf devletlerine karşı harp ettikleri ve mağlup oldukları hâlde, istiklâllerini muhafaza etmiş olmaları Hristiyan olduklarından, bize istiklal verilmemesi de İslâm olduğumuzdan ileri geldiğini, bugün kendi kuvvetimizle yıllarca uğraşarak kurtuldukça da, İslâm kaldıkça müstemlekeci devletlerin ve bu arada bilhassa İngilizlerin dâima aleyhimizde olacaklarını ve istiklalimizin dâima tehlikede kalacağını bana anlattı. Ben de ona bu fikre iştirâk etmediğimi şu mütâlaâlarıma dayanarak söyledim :    "Böyle bir fikrin doğuracağı hareket, milletin başına yeniden daha korkunç ve daha meş'um bir istibdat idâresi (uğursuz bir despotluk) getirecektir. Henüz kazanamadığımız millî neşe kaçacak, birçok emekle kurulan millî birliğimiz de bozulacaktır. Biz içerde birbirimizi boğarken, bize bu kurtuluş yolunu gösteren politikacılar "Türkler Hristiyan oldular" diye bütün İslâm Âlemini bizden nefret ettireceklerdir. Bu sûretle bizi cezâlandırmak için İslâm Âlemi rûhlarında isyân duyacaklardır. Kubbeli Köşk'te Din Tartışması  Syf. 165    19 Ağustos Pazar akşamı, Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar ; Lâtife Hanım ile birlikte bana akşam yemeğine geldiler. Keçiören'e giderken sağ tarafta kubbeli köşk denen mevkide, bol suyu ve büyücek havuzu olan bir köşkte kirâ ile oturuyordum. İsmet Paşa, Lozan'da iken Mustafa Kemal Paşa, Lâtife Hanım'la birlikte, bir kere daha bana akşam yemeğine gelmişlerdi.     Münâkaşayı İsmet Paşa ile ben yaptım. Mustafa Kemal Paşa sükûnetle bizi dinledi. Mustafa Kemal Paşa, Lozan'dan da aldığı hızla, ne İktisad Kongresi'nin ve ne de Heyet-i İlmiye'nin hazırladığı programlara ilgi göstermeyerek müthiş bir inkilâb hamlesi teklif etti.     "Hocaları toptan kaldırmadıkça hiç bir iş yapamayız" "Bugünkü kudret ve itibârımızla, bugün bu inkılabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız."     İlk Fethi Bey Grubundan sonra da Mustafa Kemal Paşa'dan işittiğim bu yeni inkilâb zihniyetini İsmet Paşa bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fâsılaları kendiliğinden ortadan kalkarak, bu üç şahsiyetin üç maddelik programları kulaklarımda tekrarlandı.1- İslâmlık terakkiye ma’nidir ! ( İslâm : İlim ve Fen Sahâlarında İlerlemeye Engeldir! )2-Arapoğlu'nun yâvelerini (Kur’ân-ı Kerîm’in (hâşâ) palavralarını) Türklere öğretmeli !3- Hocaları toptan kaldırmalı !     Peki ama ne olmak istiyorsunuz ? dedim. Hristiyan mı, dinsiz mi ? Hiçbirine imkân olmamakla berâber, her iki yol da, hem tehlikeli hem de geridir. Münevver Hristiyanlık âlemi ilim zihniyetine daha uygun yeni bir esasları araştırırken ; bizim, onların köhne müessesesini benimsemekliğimiz müthiş tehlikesiyle beraber, medeniyet âleminin nefret ettiği geri bir yol olduğundan maksatsız bir hareket olur. Bir milet de, duygu birliği, itikâd birliği ve menfaat birliği olmazsa, idâre edenlerle edilenler arasında bir uçurum açılır ve bu uçurum günün birinde millete mezâr olabilir.      Ben her fırsatta söylediğim gibi, dinle uğraşmanın bizi daha ziyâde terakkiden alıkoyacağı ve daha ziyâde geri götürebileceği kanâatindeyim. Dîn’i olduğu gibi bırakmalı ve hükûmet ne buna te’sir yapmalı ve ne de te’siri altında kalmalıdır. Biz millî istiklâlimiz gibi, milli hürriyetimizi de, en mukaddes gâye tanımalıyız ve bunun zevkini bütün millete tattırmalıyız.     Bunun için medenî hedeflerimizde sür’at, fakat içtimâî (social) gâyelerimizde tekâmül yolunu tutmalıyız. Ben taasubdan (yobazlık ve fanaticisme’den) uzak ve terakki-sever bir insan olduğumu eserlerimle de gösterdim. Zâten yakından biliyorsunuz. Din hakkındaki düşüncemi doğuda iken çocuklar için yazdığım "Öğütlerim" başlıklı eserimde de üç yıl önce neşretmiş bulunuyorum. Müsâadenizle okuyayım. Din ve Mezhep öğüdünü okudum. Sükûnetle dinlediler. Hiç cevâb vermediler. Bahis de kapandı.    Mustafa Kemal Paşa'nın büyük bir dikkat ve sükûnetle beni dinleyişinden ve ara-sıra İsmet Paşa'yı süzmesinden ve ayrılırken de bana karşı gösterdiği samimiyetten çıkardığım ma’na, beni haklı bulduğu idi. Fakat mütâlaâlarıma hak vermekle tekrar "mefkûre (idéoloji) hâtırasına" döneceğini hiç de aklıma getirmemiştim. << Benim bir dînim yok ve bâzen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükûmetini ayakta tutmak için dîni kullanmaya gerek duyanlar zayıf idârecilerdir, âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini gerçeğin emirlerini ve ilmin öğretilerini öğrenecektir. Bâtıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibâdet edebilir. Herkes kendi vicdânının sesini dinler. Ama bu davranış ne akl-ı selîm mantıkla çelişmeli, ne de başkalarının hürriyetine karşı çıkmasına yol açmalıdır..>>  
[ Atatürk-1926  Andrew Mango, Atatürk Syf.447


Yorumlar