Habbâb Bin Eret
İlk Müslüman sahâbîlerden.
Hazret-i Habbâb demirci olup, kılıç yapardı. Peygamber efendimiz onun dükkânına
gider, onunla görüşürdü. Bu görüşmelerinin netîcesinde Hazret-i Habbâb Müslüman
olmuş, ebedî saâdet yolunu tutmuştu. Müşriklerden hiç çekinmedi Hazret-i
Habbâb koruyucusuz olmasına rağmen, Müslüman olduğunu açıklamaktan
çekinmemişti. Kureyşli müşrikler onun İslâma girdiğini duyunca, ona işkence ve
eziyet etmeye başladılar. Çıplak vücuduna demir gömlek giydirip, en sıcak günde,
Ramdâ’da, vücudunun yağı eritilircesine, güneş altında tutulduğu da olurdu.
Güneşten kızgın hâle gelmiş, ya da ateşle kızdırılmış olan taşa, çıplak sırtı
bastırıldığı hâlde, söyletmek istedikleri küfrü gerektiren sözleri, ona
söyletemezlerdi! O büyük bir îmânla; - Allah birdir, Muhammed aleyhisselâm
O’nun Peygamberidir, diye haykırırdı. Bunun üzerine müşrikler hırslarından
deliye döner, daha fazla işkence yapmaya başlarlardı. Nitekim müşrikler, bir
gün, onu yakalayıp soydular. Düz bir yerde yaktıkları ateşin içine, sırtüstü
yatırdılar. İçlerinden birisi, ayağı ile onun göğsünün üzerine basıp, ateş
sönünceye kadar, kendisini o hâlde tuttu. Yıllar geçtiği hâlde bile, Habbâb’ın
sırtındaki yanıkların izleri, alacaları kaybolmadı! Hazret-i Ömer, Halîfeliği
sırasında, Habbâb’a, müşriklerden çektiği işkenceyi sormuştu. Habbâb dedi ki: -
Ey mü’minlerin emîri! Bak sırtıma! Hazret-i Ömer, onun sırtına bakınca buyurdu
ki: - Doğrusu ben, insan sırtının bugünkü gibisini hiç görmemiştim! Bunun
üzerine, Habbâb dedi ki: - Benim için bir ateş yakmışlardı da, ben, onun
üzerine sürüklenip atılmıştım. O ateşi, ancak benim sırt etimin yağı
söndürmüştü! Zâlim müşrik kadın Ümmü Enmâr, himâyesinde olan Hazret-i Habbâb’ın
Müslüman olduğunu öğrenince, şaşkına dönmüştü. Ona göre olacak bir şey değildi.
Şirk ve küfür kirleriyle, kalbi simsiyah olmuş, basireti körelmiş bu zavallı,
Habbâb’ın kalbindeki îmân nûrunu nereden görebilecekti? Gözleri bakıyor, ama
hakîkati göremiyordu. İşte bu Ümmü Enmâr da, ateşte kızdırdığı demirle, Habbâb’ın
başını dağlardı. Habbâb'a yardım et! Habbâb; Peygamberimize varıp Ümmü
Enmâr’ın yaptıklarını arzetti. Bunun üzerine Peygamberimiz; “Allahım!
Habbâb’a, yardım et!” diyerek duâ edince, Ümmü Enmâr, başından, bir derde
tutulup, köpeklerle birlikte ulur oldu! Kendisine, “Başını, dağlat” diye
tavsiye edildi. Bunun üzerine, Habbâb; demiri, alır, ateşte kızdırır, Ümmü
Enmâr’ın başını, onunla dağlardı! Zâlimin zulmü elbette hesapsız ve cezâsız
kalmayacaktı. Böylece adâlet-i İlâhi tecelli etmiş. Bu sefer Hazret-i Habbâb,
onun isteği üzerine Ümmü Enmâr’ın başını dağlıyordu. Mekke’de kendisini
koruyacak kimsesi bulunmayan Hazret-i Habbâb’a, müşriklerden, Esved bin
Abdiyağus da, işkence yapardı. Habbâb bin Eret anlatır: “Müşriklerin, en ağır
işkencelerine uğramış bulunuyorduk. Resûlullah efendimizin yanına gittik.
Efendimiz, Kâ’be’nin gölgesinde, mübârek kaftanını yastık edinerek ona
dayanmıştı. Bizim için duâ et! Müşriklerden çektiklerimizi kendisine arz
edip dedik ki:
-
Yâ Resûlallah! Yüce Allaha, bizim için, duâ et! Bizim için, Allahtan, yardım
dile! Yâ Resûlallah, bizi, dînimizden döndürmelerinden korktuğumuz şu kavme
karşı, bizim için, yüce Allahdan yardım diler misiniz? Bizim için, Allaha duâ
eder misiniz? Resûlullah efendimizin, hemen yüzünün rengi değişti. Yüzü, al al
olduğu hâlde doğrulup oturdu. Buyurdu ki: - Vallahi sizden öncekiler
içindeki mü’minlerden bir kimse, yakalanır, kendisi için yerde bir çukur
kazılır, o kimse, o çukura, dizlerine kadar gömülür, sonra bir testere
getirilip, başının üzerine konulup biçilerek ikiye bölünürdü de, bu işkence,
onu, dîninden dördüremezdi! Yâhut, onun kemiğinin üzerinden eti ve siniri,
demir taraklarla taranır, kazınırdı da, yine bu işkence, kendisini dîninden
döndüremezdi! Allahdan, korkunuz! Hiç şüphesiz, Allahü teâlâ, sizin için fetih
ihsân edecektir! Vallahi, yüce Allah bu işi, muhakkak tamamlayacak, bu iş,
muhakkak tamamlanacak! Bu işin hükmü, muhakkak yerine getirilecektir! Hattâ
hayvanına binmiş bir kimse, San’a’dan çıkıp Hadramût’a kadar gidecek de, yüce
Allahdan başka, bir şeyden korkmayacak! Ancak, koyunları varsa, onlar hakkında
kurt saldırmasından endîşe duyacaktır. Fakat siz, acele ediyorsunuzdur! Bundan
sonra, Resûlullah efendimiz sırtlarımızı okşadı ve duâ buyurdular. Resûlullahın
rûhlara gıda ve şifâ olan bu lâtif, güzel sözleri, acılarımızı dindiriverdi.”
Hazret-i Habbâb’ın, azgın müşriklerden Âs bin Vâil’den epeyce alacağı vardı.
Onu istemek için yanına gitti. Âs bin Vâil, Hazret-i Habbâb’a dedi ki: -
Muhammed’i inkâr etmedikçe, sana alacağını vermem. - Vallahi ben ölünceye
kadar, öldükten sonra kabrimden kalkınca da aslâ Peygamberimi red ve inkâr
edemem. Her şeyden vazgeçerim de, yine bu inkârı yapamam. Azâbını
çoğalttıkça çoğaltacağız Bunun üzerine Âs bin Vâil alay ederek dedi ki: -
Öldükten sonra dirilecek miyiz? Öyle bir şey varsa, o zaman malım da, evlâdım
da olacak. Borcumu, sana o gün öderim. Âs bin Vâil’in bu sözleri üzerine Allahü
teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde; Meryem sûresinin 77, 78, 79. âyet-i kerîmelerinde
meâlen şöyle buyurdu: (Şimdi şu âyetlerimizi inkâr eden ve “Elbette bana mal
ve evlât verilecektir” diyen adamı (Âs bin Vâil’i) gördün mü? O, gayba
muttali mi olmuş, yoksa Rahmanın huzurunda bir söz mü almış? Hayır, öyle değil,
biz onun dediğini yazacağız ve azâbını da çoğalttıkça çoğaltacağız.) Hazret-i
Habbâb her türlü tehlîkeye rağmen, Müslümanlığını açığa vurmaktan çekinmediği
gibi, Kur’ân-ı kerîmi Müslümanlara öğretip, okutmak için de bütün gücünü
sarfetmiştir. Resûlullah yeni Müslümanlara Kur’ân-ı kerîmi öğretme vazîfesini
ona vermişti. Tâhâ sûresinin nâzil olduğu sıralarda idi. Hazret-i Ömer’in
kızkardeşi Fâtıma ile kocası Sa’îd bin Zeyd bunu yazdırıp, Habbâb bin Eret’i
evlerine çağırmışlar, yeni âyet-i kerîmeleri öğreniyorlardı. Hazret-i
Ömer'in Müslüman olması Fakat bu sırada, dışarıda başka şeyler oluyordu.
Ömer bin Hattâb, henüz Müslüman olmamıştı. Müslümanlar gün geçtikçe
kuvvetleniyordu. Hele Hazret-i Hamza’nın Müslüman olması, Kureyşin ileri
gelenlerini çileden çıkarmıştı. Ebû Cehil, bu işin önüne geçmek için, Resûl-i
Ekrem’in öldürülmesinden başka çâre olmadığı görüşünü ortaya atmıştı. Ömer bin
Hattâb kılıcı çekmiş, yola düşmüştü. Yolda kızkardeşi ile kocasının Müslüman
olduğu haberini alınca, onların evine uğradı. Burada kalbinde îmân güneşi
parladı. Ömer bin Hattâb gelince, Habbâb gizlenmişti. Ömer bin Hattâb’dan,
kalbinde îmân nûrunun parladığını gösteren sözler duyunca, Habbâb gizlendiği
yerden çıktı. Tekbîr getirdikten sonra dedi ki:
- Müjde yâ
Ömer! Resûlullah efendimiz Allahü teâlâya duâ ederek, “Yâ Rabbî! Bu dîni,
Ebû Cehil ile yâhut Ömer ile kuvvetlendir” diye duâ buyurmuştu. İşte bu
devlet, bu saâdet, sana nasîb oldu. Bilâhare Ömer bin Hattâb, Resûl-i Ekrem’in
yüksek huzurlarına giderek, Kelime-i şehâdet getirmiştir. Hazret-i Ömer dâimâ
Hazret-i Habbâb’a sevgi ve hürmet göstermiş, hattâ halîfeliği sırasında birgün
onu kendi yerine oturtmuştur. Hazret-i Habbâb bin Eret, Mekke’de müşriklerin
işkenceleri dayanılmaz hâl alınca, Resûl-i Ekrem’den izin alarak Medîne’ye
hicret etti. Resûlullah efendimiz Medîne’ye hicret buyurdukları zaman, Hazret-i
Habbâb ile Harrâş bin Semme’nin azâtlı kölesi Temîm’i birbirine kardeş
yapmıştır. Korku ve ümîd namazı Hazret-i Habbâb, Resûlullahın bütün
gazâlarına iştirak etti. Küçük seriyyelerden ba’zılarında da bulunmuştur.
Hazret-i Ebû Bekir devrinde, yalancı peygamberlerle yapılan muharebelere ve
Sûriye taraflarında yapılan seferlere de katılmıştır. 657’de memleketi Kûfe
şehrinde vefât etti. Habbâb bin Eret, birgün Resûlullaha yatsı namazı hakkında
sormuştu. Anlatılanı unutmuş, ertesi gün tekrar sormuştu. Resûlullah efendimiz
şöyle buyurmuşlardı: - Bu namaz, ümîd ve korku namazıdır. Bu namazda, Allahü
teâlâdan üç şey istenirse, hiç olmazsa ikisi kabûl edilir. Resûlullah
efendimiz buyurdu ki: - Bir fitne olacak, onda kişinin bedeni öldüğü gibi
kalbi de ölecek. Kişi, mü’min olarak akşamlayıp, kâfir olarak sabahlar. Ve
kâfir olarak sabahlayıp, mü’min olarak akşamlar.
Yorumlar