üç muhammet



<< Lekad kâne lekum fî rasûli(A)llâhi usvetun hasenetun
limen kâne yercû(A)llâhe velyevme-l-âira veżekera(A)llâhe keśîrâ(n)>>

<< Andolsun sizler için, ALLAH’ı ve Âhıret gününü umanlar, ve ALLAH’ı çokça zikredenler için ALLAH’ın Rasûlü’nde pek güzel örnekler (Üsvetün Hasenetün) vardır!>> el-Ahzâb Sûresi : 21


Aziz Müslüman,

    Yüce dînimiz İslâm, her mesele için hüküm koymuş ve bizlerin de bu hükümlere itaat etmemizi emretmiştir. Bu hükümlere “Ahkâm-ı Şeriyye” denir.

    Bir hayat nizâmı olan İslâmiyet’in ilgisiz kaldığı ve hüküm koymadığı hiçbir mesele yoktur, olamaz.

    Yani, Sevgili ALLAHIMIZ’ın ; “Ey kullarım, bu mesele benim ilgi alanımın dışındadır, bu işi siz paşa gönlünüzün istediği gibi hallediniz, ben karışmıyorum!” dediği hiçbir mesele YOKTUR.

    Böylece hayatımızın HER meselesinde ALLAH’a teslim olmalıyız ki, bize MÜSLÜMAN denilsin. Zira “müslüman” : “kendini Rabbi’nin hükümlerine teslim etmiş kimse” demektir.

    İşte böyle dört dörtlük MÜKEMMEL bir dîni insanoğluna tebliğ etmekle vazifelendirilmiş bulunan Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ; tam 23 sene boyunca insan hayatının HER türlü şart ve meselesini Ashâb-ı Kirâm’ına anlatmış, öğretmiş, açıklamış, tatbik etmiş ve yaşatmıştır.

    O’nun anlattıkları ve öğrettikleri Hadis-i Şerifler ve Sünnet-i Seniyye olarak kitaplara geçmiş ve bizlere kadar ulaşmıştır.

    Hiç şüphesiz bu Hadis ve Sünnetler, Kur’ân-ı Kerim’in Allah Rasûlü tarafından, Allah’ın emir ve rızâsı doğrultusunda noksansız ve kusursuz olarak anlatılması ve uygulanmasıdır. Âmennâ!

   Meselâ ; İslâm Temizlik dînidir : “en-Nezâfetü min’el İmân” (Temizlik İmân’dandır) fakat Kur’ân-ı Kerim’de ana-hatları ile bahsedilen bu gerçek : hiçbir ayrıntıya girilmeden beyân edilip geçilmiş ise de ; temizlik ve taharetle ilgili bütün hükümler bizlere Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm tarafından teferruatlı ve detaylı bir şekilde yaşayarak ve yaşatarak öğretilmiştir.

Diş fırçalamak Kur’ân’da geçmez!
Koltuk-altı traşı olmak Kur’ân’da geçmez!
Tırnaklarımızı kesmek Kur’ân’da geçmez!
Gusül abdestini nasıl alacağımız Kur’ân’da geçmez!
Tuvalet ihtiyacımızı giderdikten sonra avret mahallerimizi yıkamak Kur’ân’da geçmez!
Erkek çocuklarını sünnet edilmesi Kur’ân’da geçmez!
Kabuklu yemişleri dişlerimizle kırıp yememek hakkında Kur’ân’da herhangi bir hüküm geçmez!
Kestiğimiz kurbanların kan ve sakatat artıklarını ne yapacağımız Kur’ân’da geçmez!
Avret mahallerimizde uzayan kıl ve tüyleri traş etmek gerektiği Kur’ân’da geçmez!
Erkekler için bıyıkları kısa tutup, sakalları uzatmak Kur’ân’da geçmez!
Kadınların ay-hâli günlerinde ne şekilde temizlik ve ibâdet yapacakları Kur’ân’da geçmez!


    Burada bir kısmından misâl verebildiğimiz İslâmî Temizlik kâidelerinin açıklamalı ve tafsilatlı şekilde izahatını EĞER Kur’ân’a katacak olsaydık, o zaman Kur’ân-ı Kerim 3 cild olurdu!

    Dahası, EĞER, İslâmiyet’in ticârî, siyâsî, sosyal, âilevî, fıkhî, beşerî, dünyevî, uhrevî .. bütün meseleler hakkındaki ANA hükümlerini ayrıntılara ve maslahatlara girerek Kur’ân’a dâhil edecek olsaydık, o zaman Kur’ân-ı Kerim 20 cild hâline gelirdi!

    Bütün bu anlatılanlardan anlaşıldığı üzere, abes iş yapmaktan münezzeh olan ALLAHIMIZ, bir ANAYASA şeklinde âyet ve hükümlerini bizlere bildirirken, bir taraftan da Habîb-i Ekrem’i Muhammed Musatafa’yı (sav) bizlere “insan türü” olarak göndermiş ve HER işimizde O’nu örnek almamızı bizlere emretmiştir.

     Şâyet melek veya cin türünden bir peygamber gönderseydi, onun arkasında namaza duramaz, onunla oturup sohbet edemez, ona kız verip, ondan kız alamazdık ; yatağa girmeyi, yiyip içmeyi, temizlenmeyi veya giyinmeyi bir melekten öğrenemezdik, oturmayı, kalkmayı, konuşmayı, çalışmayı bir cin’den öğrenemezdik.

    Bu yüzden Rabbimiz beşiriyete, bizler gibi beşer türünden olan, fakat bizim gibi sıradan değil : kendisine vahiy OLUNAN, kendisinden mûcizeler sâdır olan, cennete girdikten sonra geri dönen, peşinde melek orduları ile savaşan, teri gül kokan, selâmına dağların karşılık verdiği, arkasında bütün peygamberlerin namaza durdukları ve mirâc gecesi sidret’ül müntehâ’dan öte geçip ALLAH ile görüşen bir üstün peygamber göndermek sûretiyle bizlere dinimizi öğretmiştir. Efendimiz (sav) kabrinde diridir. Hadis-i Şerif'te <<Bana selam verilince, Allahü Teâlâ rûhumu geri gönderir, o selâm verene mukâbele eder, cevap veririm.>> diye buyuruldu.

Men yuti’i-rrasûle fekad etâ’a(A)llâh(e)(c)
vemen tevellâ femâ erselnâke ‘aleyhim hafîzâ(n)

<< Kim Rasûl'e itaat ederse (EŞİTTİR) Allah'a itaat etmiş olur.
(Allâh'ın Kitâbı'na ve Rasûl’ün Sünneti'ne itaat etmesi RESMEN emrolunmuş iken :
tam tersine isyân edip) Yüz çevirene gelince, (Yâ Muhammed! BİZ) seni onların başına bir bekçi göndermedik (ki, yaptıklarından seni sorumlu tutalım)!>>
Nisâ Sûresi : 80

<< Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin!
Amellerinizi boşa çıkarmayın!>>
Muhammed Sûresi : 33

    İslâmiyetin bu özelliği dost-düşman herkes tarafından bilinmektedir ki ; Sünnet ve Hadisler olmaksızın, doğru ve makbûl bir İslâm yaşanamaz, uygulanamaz ve yürürlükte kalamaz.

    Bir başka deyişle, Peygambersiz din olmaz! ALLAH ile Rasûlü’nün arasına girilmez!

    İşte bu gerçekler ortada dururken, asırlarca büyük Müslüman kitleleri sömüren ve onlar hakkında bütün hayatî noktaları çözümlemiş olan derin ingiliz hâinlik tecrübesi, özellikle Hindistan ve Pakistan’da bir takım öldürücü plân ve projeler uygulayarak bu bölgedeki 100 milyonluk İslâm toplumunu Kur’ân Ahkâmı’ndan uzaklaştırmaya çalışmışlardır.

    İşin en dikkat çekici kısmı şurası ki : Kur’ân’dan uzaklaştırmak istediği kitleleri, tam tersi bir iddia ile aldatmakta ve gözlerini boyamaktadırlar :

<< ALLAH’ın kitabı Kur’ân sizlere yeter! Başkasına ihtiyaç yoktur! >> diyerek, Müslümanları Sünnet’ten, Hadis’ten ve Fıkıh’tan kopartarak, avrupâî  khrıstiyanlık hayatına sürüklemeyi başarmışlardır.

    Neticede Kur’ân (güyâ) Müslümanların her dâim ellerinde ve dillerindedir ammâ : İslâmî hayat ve İslâmî kanunlar buharlaşıp uçmuştur! Faiz (kredi), Zina (flört), alkol ve fuhuş (eğlence), israf (lüks), rehâvet (konfor), dinsizlik (modernite) adı altında Müslüman halklara pek güzel şekilde empoze edilmiştir!
*  *  *
    Hadis, Sünnet ve Fıkıh (ilmihâl) temelleri üzerine kurulan İslâmî hayatı yıkmak ve Müslümanları kendi sömürgeleri hâllerine getirmek üzere plânlanan bu sinsi ingiliz oyunu, elbette sadece Hindistan’da sınırlı kalmamış, özellikle Arabistan coğrafyasında yayılmış ve neo-selefilik, neo-hâricilik, vehhabilik gibi bir takım YENİ gözüken ancak aslında İslâm tarihinin çeşitli devirlerinde zaman-zaman zuhur etmiş ideolojik hareketlere zemin hazırlanmıştır.

    Bu tür ideolojik İslâm hareketleri, perde arkasından desteklenmiş ve radyo-televizyon, yayın-evi, gazete, kitap gibi yazılı ve görsel medya gücü ile de İslâm ülkelerinde hızla VİRÜS gibi yayılmıştır.

    Bir takım hârici ve mezhepsiz şahısların, tarihteki seleflerinden esinlenerek hazırladıkları kitap ve tefsirler, sanki YENİ icat edilmişçesine Ramazan hediyesi olarak, gazete eki olarak, promosyon ürün olarak, bedavaya dağıtılmak sûretiyle topluma hızla yayılarak, kitaplıklardaki yerlerini almışlardır.

    Elbette Hadis, Sünnet ve Fıkıh üzerine kurulu bir dini zayıflatmak için, doğrudan Sünnetlere veya Hadislere saldıranlar değil : daha ısındırarak iş görmek maksadıyla öncelikle MEZHEBLERE hücûm eden şahıslar ortaya çıkmaktadır.

    Müslümanlar genellikle İslâmî ilimlerden câhil bırakılmış vaziyette olduklarından, 4 HAK MEZHEB’in zaten Kur’ân + Sünnet + Hadis metodu ile İslâm Fıkhı’nı temellendirdiklerini ve bu şekilde bizlere sünnet üzere makbûl bir ibâdet hayatı yaşayabileceğimiz dört dörtlük birer İlmihâl Programı hazırladıklarından da habersizdirler.

    Bu ilmî eksikliği fırsat bilen sinsiler, bu noktadan can damara sızarak, ZEHİR akıtmaktadırlar.

    Sanki Hanefi veya Şâfii Mezhebleri’nin büyük imamları İmâm-ı Azam ve İmâm-ı Şâfi Hazretleri, o günki şartlara göre kendi kafalarından ictihat etmişler de, o günün insanına hitap etmişler .. gibi bir hâin kanaat telkin ederek, saf müslümanların bugünki şartlara göre yeniden mezhepler oluşturmalarına yol açmak isteyen bu sinsiler, televizyon ve radyo vâsıtasıyla hemen hergün karşımıza çıkmaktadırlar.

    İşte bunlardan birinin hazırladığı iftira dolu rezil kitabı : ÜÇ MHMMD

    (Bizim bu çirkin ifâdeyi kullanmaya dilimiz varmıyor! Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) bir tânedir! Üç tane olan çarpıklık khristiyanlık dinindedir. Bu yazar, İslâm Âlimlerini (hâşâ) yahudileşmekle veya khristiyanlaşmakla SUÇLADIĞI için kitaplarında hep bu tarz protest başlıklar kullanıyor.)

    Şimdi sizlere bu şahsın 3 MHMMD adlı kitabından sâdece 4-5 cümle aktaracağız ki, fazla dehşete kapılmayıp, kısa yoldan gerçeği idrâk edesiniz :

    Yazara göre, Sünnet ve Hadis âlimleri, yani bütün Mezheb İmâmları ve bütün Hoca efendilerin kafalarında YANLIŞ bir fikir varmış! O da :

<< HEP KONUŞAN BİR PEYGAMBERMİŞ! GÖREVİ SANKİ SÜREKLİ KONUŞMAK OLAN, HEMEN HER MESELEDE BİR ŞEY SÖYLEYEN, HAKKINDA KONUŞMADIĞI KONU HEMEN HEMEN HİÇ OLMAYAN, DURDUK YERDE MÜNASEBET GÖZETMEDEN SÖZ SÖYLEYEN BİR PEYGAMBER TASAVVURU. GERÇEKTEN TUHAF BİR TASAVVUR! >> (3 Mhmmd kitabı : sayfa197 veya 208 15.baskı) (sayfa numarası baskıya göre değişebilir)

Sübhanallâh!!

    Biz, hiç böyle düşünen veya tasavvur eden bir Hadis Âlimi görmedik kıymetli Müslümanlar! Bu kadar büyük ve çirkin bir iftira olabilir mi? Hadis Âlimlerinin ismini bile vermeden HEPSİNİ bu iftirâ kapsamına alan mustafa islamoğlu diyor ki :

    Hadis Âlimlerine göre “Hep konuşan bir peygamber!” varmış. “Her konuda görüş beyân eden, gece-gündüz durmadan anlatan bir peygamber” varmış!
    Peki ya bu iftirayı niçin ortaya atıyor : Mevcut Hadis kitaplarında kayıtlı yüzbinlerce hadis-i şerifi aklı almıyor da ondan! Yani kendi dar aklı bunları algılayamıyor diye ortaya şöyle bir yaklaşım getiriyor kendince :

    “Peygamber bu kadar çok konuşmuş ve anlatmış olamaz! Hakkında hadis olmayan hiçbir mesele kalmamış! Nasıl olur da bu kadar çok şey söylemiş olabilir?!”

    Evet, böylece, kendi aklının almadığı bu işi İNKÂR etmeye kalkışmış ve “Bu iş olsa-olsa Hadisçilerin uydurdukları ve üst-üste kattıkları binlerce eskimiş fikirlerdir!” demeye işi getirmiş.

    Fakat BİZ böyle bakmıyoruz bu meseleye.

    Efendimiz Aleyhissalâtü vesselâm, vazifesi icâbı, İslâmiyet’in vicdan, itikad, amel, ibâdet, muamelat, ve ukûbat gibi bütün kısımları hakkında bütün meseleleri ele almış ve hepsine KUR’ÂN-ı KERİM’e dayanarak açıklamalar ve izahatler getirmiştir.

    Çünkü O’nun görevi HER meselenin İslâmî şeklini anlatmak, önüne gelen, kendine sorulan, karşısına çıkan HER meseleyi KUR’ÂN’a göre halletmekti. Bu vazifesini de eksiksiz ve noksansız yerine getirdi Âmennâ!

    Zaten bir Müslümanın, imân ettiği Peygamberi lehinde böyle inanışa sâhip olması gerekir : “Benim Efendim görevini TAM olarak yapmıştır! Bulanık kalan, anlaşılmayan, tatmin olmadığımız HİÇ bir mesele bırakmamıştır! Biz O’ndan râzıyız Ya Rabbi!” demek esastır.

    Vedâ Hutbesi’nin son kısmında da bu gerçeğe işâret edilmektedir :

Ashabım!

Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekatını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbınızın Cennetine girersiniz.

Ey Nâs!

Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?
(Ashâbı kiram)
Allah'ın dinini teblîg ettin, vazîfeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun,
diye şehadet ederiz, dediler.

Rasûlüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı,
cemâat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa :

Şâhid ol Yâ Rab!

Şâhid ol Yâ Rab!

Şâhid ol Yâ Rab!

buyurdu.


<< O, nefsânî bir arzudan dolayı konuşmaz! O(nun söyledikleri),
ancak (Allâh-u Te’âlâ tarafından Cebrâil (aleyhisselâm) vâsıtasıyla kendisine)
vahyedilmekte olan bir vahiydir.>> en-NECM Sûresi : 3- 4


    Gördün mü bay islamoğlu, senin Peygamber tasavvurun yetersiz olabilir amma bizim O’na olan ittiba’mız %100’dür elhamdülillah!

    “Benim bu hususta söyleyecek bir sözüm yok. Bana ne kardeşim, ne hâliniz varsa görün, bütün meselelerinizi ben halledecek değilim! Bir işinizi de kendiniz yapın!” mı diyecek Peygamber Efendimiz (sav) ? Böyle Peygamber olur mu hiç!

    Elbette olamaz ama mustafa islamoğlu’na göre bundan da ötesi varmış demek ki, yazdığı kitapta : “Durduk yerde münâsebet gözetmeden söz söyleyen bir peygamber tasavvuru!” kabûl ettiklerini iddia ettiği Hadis Âlimleri’ne iftirâlar ederek “gerçekten tuhaf bir peygamber düşüncesi!” diye de kendi kıymetli (!) yorumlarını da eklemeyi ihmâl etmemiş.

*  *  *
    Kitabın bir sonraki sayfasında ise, Hadis Âlimlerini bırakıp bu sefer de Fıkıh Âlimleri’ne  (Fukahâ’ya) iftirâ ediyor :

<< SANKİ BU YAKLAŞIM SAHİPLERİNİN GÖZÜNDE PEYGAMBER BİR HUKUK DEFİNESİDİR >>
(3 Mhmmd kitabı : sayfa198 veya 209  15.baskı) (sayfa numarası baskıya göre değişebilir)

    Estağfirullah! Efendimiz Aleyhissalâtü vesselâm hukuk (yani fıkıh) hazinesi değil midir? Nedir peki? ALLAH’ın, kendisine gelmiş-geçmiş-geleceklerin ilmini bahşettiği Kâinâtın Efendisi hukuk hazinesi değil de nedir bay islamoğlu?

    “Biz İslâm’a değil : Şeriat’e karşıyız!” veya “Biz Müslümanlara değil : İslâmcılara karşıyız!” diyenlerin yapmaya çalıştığı uyanıklığı yapan m.islamoğlu, diyor ki “Ben fıkıha karşı değilim : fıkıhçılara karşıyım!” Sebep : “Bunlar Peygamberi hukuk hazinesi olarak gömüşler ve hüküm çıkartmak için Peygamberin hadis ve sünnetlerini ESAS kabûl etmişler!”miş !!!

    Bu kadarına diyecek söz bulamıyoruz, ağzımız açık kaldı!

*  *  *

    Yazımını başında “kısaca anlatacağız” demiştik, bu yüzden neticeye geliyoruz :

    Mustafa İslamoğlu, bu kitabının ileriki sayfalarında GERÇEK zehirini kusmuştur!


LÜTFEN ALICILARINIZIN AYARLARI İLE OYNAMAYIN,
YAZILANLAR GEÇEKTİR :
m.islamoğlu diyor ki :

<< BAŞTA İMAM EBU HANİFE VE İMAM MALİK OLMAK ÜZERE BÜYÜK İMAMLAR, SÜNNET VE HADİS MİRASINI KENDİ ÇAĞLARI İÇİN GEÇERLİ BİR HAYATA DÖNÜŞTÜRMENİN YOLLARINI ARAMIŞLARDIR.>> (3 Mhmmd kitabı : sayfa200 veya 210 15.baskı) (sayfa numarası baskıya göre değişebilir)

Biz yazarken şaşkınlıktan ağzımızı kapatamıyoruz!

Şimdi anlaşıldı mı bu MEZHEBSİZİN gerçek niyeti !!!

M.islamoğlu efsanesini GÖRDÜN MÜ Aziz Müslüman !!!

Hangi akla hizmet olsun diye Ehl-i Sünnet’e,
Hadis ve Fıkıh Âlimleri’ne itiraz ettiğini İDRÂK ettin mi Aziz Müslüman !!!

Eğer bu yazılanlardan sonra açık kalan ağzınızı kapatamadıysanız,
bu son cümleden sonra artık hiç kapatamayacaksınız :


<< HZ. PEYGAMBER’İN HER DAVRANIŞ ve SÖZÜNÜ YASA ya da NORM OLARAK ORTAYA KOYAN FORMEL BİR DEĞERE İNDİRGEYEN BİR DAMAR HEP OLAGELMİŞTİR! >> (3 Mhmmd kitabı : sayfa200 veya 211 15.baskı) (sayfa numarası baskıya göre değişebilir)

    Nasılmış m.islamoğlu efsanesi ???

    Hâin adam hoca diye çıkmış, İslâm’ı yıkmak için uğraşıyor! Kâinâtın Efendisi (sav)’in HER davranış ve sözünü birer ÖLÇÜ ve KRİTER olarak değerlendirmenin, Efendimiz (sav)’in Sünnet ve Hadislerinin birer YASA, birer KANUN, birer NORM ve NİZAM olarak kabûl edilmesi gerektiğini

KA-BUL-LE-NE-Mİ-YOR !!!

    Ona göre, Peygamberin söz ve davranışlarının, yani Sünnet ve Hadislerinin (işimize uyan) bir kısmını alabilir veya (işimize gelmeyen) bir kısmını da atabiliriz.

Fakat ALLAH (c.c) öyle buyurmuyor :

<< Artık o Rasûl size ne verirse onu hemen alın(kabûl edin), sizi nelerden engellerse hemen (ondan) vaz geçin! Allâh(ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten ve onları hafife almak)’tan hakkıyla sakının! Şüphesiz ki Allâh, (peygamberlerine muhâlefet edenlere karşı) azâbı pek şiddetli olandır.>> el-HAŞR Sûresi : 7

<< Onlar (Rablerinden önce söz söyleyerek veya O’ndan emir almadan bir kelâm sarf ederek) sözle O’nu geçmezler. Zâten onlar sâdece O’nun emriyle iş yaparlar.
(Emrolunmadıkları şeyi aslâ yapmazlar.)>> el-ENBİYÂ Sûresi : 27


    Yazar, kafaları karıştırmak üzere tasarladığı bu son cümlesinde, kasıtlı olarak latince ifâdeler kullanmıştır. Bakınız, aynı metni sizlere İslâm dilinde yazarsak, ne tepki vereceksiniz :

<< Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bütün Sünnet ve Hadis-i Şeriflerini KANUN ya da hayat ölçüsü olarak kabûl eden ve yaşayarak yaşatan ; ve bu Sünnet ve Hadis-i Şerifleri RESMÎ fıkıh ve ilmihâl ÖLÇÜSÜ olarak yücelten bir YOL her zaman olagelmiştir. Bu yol da EHL-i SÜNNET ve’l CEMAAT’tir.>>

   Kütüb-ü Sitte : İbn-i Mâce’de geçen Hadîs-i Şerifte Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm şöyle buyuruyor :
   
<< Muhammed (s.a.v.)’in nefsi, kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki,
benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.>>

Sahâbîler, “Yâ Rasûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular.
Rasûlüllah (s.a.v.) “Cemaat” diye cevap verdi. (S.İbn-i Mâce, Fiten 17)


     Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm İmam Tirmizî (rh.)’nin rivâyetinde ise şöyle buyurmaktadır :

    << İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.
Bir tanesi hariç bunların tamamı ateştedir.>>

Sahâbîler “Yâ Rasûlüllah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: << Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.>> (S.Tirmizî : Îman 18)



Hiç şüphe yoktur ki, Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in Ashâbının yolunda dâim olanlar,
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat fırkasıdır.
Allah-u Teâlâ bunların gayret ve çalışmalarını makbûl eylesin.
İşte Fırka-i Nâciye bunlardır.


Yorumlar