<< Lekad kâne lekum fî rasûli(A)llâhi usvetun hasenetun
limen kâne yercû(A)llâhe velyevme-l-âḣira veżekera(A)llâhe keśîrâ(n)>>
<< Andolsun sizler için, ALLAH’ı
ve Âhıret gününü umanlar, ve ALLAH’ı çokça zikredenler için ALLAH’ın Rasûlü’nde
pek güzel örnekler (Üsvetün Hasenetün) vardır!>> el-Ahzâb
Sûresi : 21
Aziz
Müslüman,
Yüce
dînimiz İslâm, her mesele için hüküm koymuş ve bizlerin de bu hükümlere itaat
etmemizi emretmiştir. Bu hükümlere “Ahkâm-ı Şeriyye” denir.
Bir
hayat nizâmı olan İslâmiyet’in ilgisiz kaldığı ve hüküm koymadığı hiçbir
mesele yoktur, olamaz.
Yani,
Sevgili ALLAHIMIZ’ın ; “Ey kullarım, bu mesele benim ilgi alanımın dışındadır,
bu işi siz paşa gönlünüzün istediği gibi hallediniz, ben karışmıyorum!” dediği
hiçbir mesele YOKTUR.
Böylece hayatımızın HER meselesinde ALLAH’a teslim olmalıyız ki, bize MÜSLÜMAN
denilsin. Zira “müslüman” : “kendini Rabbi’nin hükümlerine teslim etmiş kimse”
demektir.
İşte
böyle dört dörtlük MÜKEMMEL bir dîni insanoğluna tebliğ etmekle
vazifelendirilmiş bulunan Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ; tam 23
sene boyunca insan hayatının HER türlü şart ve meselesini Ashâb-ı Kirâm’ına
anlatmış, öğretmiş, açıklamış, tatbik etmiş ve yaşatmıştır.
O’nun
anlattıkları ve öğrettikleri Hadis-i Şerifler ve Sünnet-i Seniyye
olarak kitaplara geçmiş ve bizlere kadar ulaşmıştır.
Hiç
şüphesiz bu Hadis ve Sünnetler, Kur’ân-ı Kerim’in Allah Rasûlü tarafından,
Allah’ın emir ve rızâsı doğrultusunda noksansız ve kusursuz olarak
anlatılması ve uygulanmasıdır. Âmennâ!
Meselâ ;
İslâm Temizlik dînidir : “en-Nezâfetü min’el İmân” (Temizlik
İmân’dandır) fakat Kur’ân-ı Kerim’de ana-hatları ile bahsedilen bu
gerçek : hiçbir ayrıntıya girilmeden beyân edilip geçilmiş ise de ;
temizlik ve taharetle ilgili bütün hükümler bizlere Efendimiz Aleyhissalâtü
Vesselâm tarafından teferruatlı ve detaylı bir şekilde yaşayarak ve
yaşatarak öğretilmiştir.
Diş
fırçalamak Kur’ân’da geçmez!
Koltuk-altı
traşı olmak Kur’ân’da geçmez!
Tırnaklarımızı
kesmek Kur’ân’da geçmez!
Gusül
abdestini nasıl alacağımız Kur’ân’da geçmez!
Tuvalet
ihtiyacımızı giderdikten sonra avret mahallerimizi yıkamak Kur’ân’da geçmez!
Erkek
çocuklarını sünnet edilmesi Kur’ân’da geçmez!
Kabuklu
yemişleri dişlerimizle kırıp yememek hakkında Kur’ân’da herhangi
bir hüküm geçmez!
Kestiğimiz
kurbanların kan ve sakatat artıklarını ne yapacağımız Kur’ân’da geçmez!
Avret
mahallerimizde uzayan kıl ve tüyleri traş etmek gerektiği Kur’ân’da geçmez!
Erkekler
için bıyıkları kısa tutup, sakalları uzatmak Kur’ân’da geçmez!
Kadınların
ay-hâli günlerinde ne şekilde temizlik ve ibâdet yapacakları Kur’ân’da
geçmez!
Burada bir kısmından misâl verebildiğimiz İslâmî Temizlik kâidelerinin
açıklamalı ve tafsilatlı şekilde izahatını EĞER Kur’ân’a katacak
olsaydık, o zaman Kur’ân-ı Kerim 3 cild olurdu!
Dahası, EĞER, İslâmiyet’in ticârî, siyâsî, sosyal, âilevî, fıkhî,
beşerî, dünyevî, uhrevî .. bütün meseleler hakkındaki ANA hükümlerini
ayrıntılara ve maslahatlara girerek Kur’ân’a dâhil edecek olsaydık, o zaman
Kur’ân-ı Kerim 20 cild hâline gelirdi!
Bütün
bu anlatılanlardan anlaşıldığı üzere, abes iş yapmaktan münezzeh olan
ALLAHIMIZ, bir ANAYASA şeklinde âyet ve hükümlerini bizlere bildirirken,
bir taraftan da Habîb-i Ekrem’i Muhammed Musatafa’yı (sav) bizlere “insan türü”
olarak göndermiş ve HER işimizde O’nu örnek almamızı bizlere
emretmiştir.
Şâyet melek veya cin türünden bir peygamber gönderseydi, onun arkasında namaza
duramaz, onunla oturup sohbet edemez, ona kız verip, ondan kız alamazdık ;
yatağa girmeyi, yiyip içmeyi, temizlenmeyi veya giyinmeyi bir melekten
öğrenemezdik, oturmayı, kalkmayı, konuşmayı, çalışmayı bir cin’den
öğrenemezdik.
Bu
yüzden Rabbimiz beşiriyete, bizler gibi beşer türünden olan, fakat bizim
gibi sıradan değil : kendisine vahiy OLUNAN, kendisinden mûcizeler sâdır
olan, cennete girdikten sonra geri dönen, peşinde melek orduları ile savaşan,
teri gül kokan, selâmına dağların karşılık verdiği, arkasında bütün
peygamberlerin namaza durdukları ve mirâc gecesi sidret’ül müntehâ’dan öte
geçip ALLAH ile görüşen bir üstün peygamber göndermek sûretiyle bizlere
dinimizi öğretmiştir. Efendimiz
(sav) kabrinde diridir. Hadis-i Şerif'te <<Bana selam
verilince, Allahü Teâlâ rûhumu geri gönderir, o selâm verene mukâbele
eder, cevap veririm.>> diye buyuruldu.
Men yuti’i-rrasûle fekad etâ’a(A)llâh(e)(c)
vemen tevellâ femâ erselnâke ‘aleyhim hafîzâ(n)
<< Kim Rasûl'e itaat ederse (EŞİTTİR) Allah'a itaat etmiş
olur.
(Allâh'ın Kitâbı'na ve Rasûl’ün Sünneti'ne itaat
etmesi RESMEN emrolunmuş iken :
tam tersine isyân edip) Yüz çevirene gelince, (Yâ Muhammed! BİZ)
seni onların başına bir bekçi göndermedik
(ki, yaptıklarından seni sorumlu tutalım)!>>
Nisâ Sûresi : 80
<< Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat
edin!
Amellerinizi boşa çıkarmayın!>>
Muhammed Sûresi : 33
İslâmiyetin bu özelliği dost-düşman herkes tarafından bilinmektedir ki ; Sünnet
ve Hadisler olmaksızın, doğru ve makbûl bir İslâm yaşanamaz, uygulanamaz ve
yürürlükte kalamaz.
Bir
başka deyişle, Peygambersiz din olmaz! ALLAH ile Rasûlü’nün arasına
girilmez!
İşte
bu gerçekler ortada dururken, asırlarca büyük Müslüman kitleleri sömüren ve
onlar hakkında bütün hayatî noktaları çözümlemiş olan derin ingiliz
hâinlik tecrübesi, özellikle Hindistan ve Pakistan’da bir takım öldürücü
plân ve projeler uygulayarak bu bölgedeki 100 milyonluk İslâm toplumunu Kur’ân
Ahkâmı’ndan uzaklaştırmaya çalışmışlardır.
İşin
en dikkat çekici kısmı şurası ki : Kur’ân’dan uzaklaştırmak istediği kitleleri,
tam tersi bir iddia ile aldatmakta ve gözlerini boyamaktadırlar :
<< ALLAH’ın kitabı Kur’ân sizlere
yeter! Başkasına ihtiyaç yoktur! >> diyerek, Müslümanları
Sünnet’ten, Hadis’ten ve Fıkıh’tan kopartarak, avrupâî khrıstiyanlık
hayatına sürüklemeyi başarmışlardır.
Neticede
Kur’ân (güyâ) Müslümanların her dâim ellerinde ve dillerindedir ammâ : İslâmî
hayat ve İslâmî kanunlar buharlaşıp uçmuştur! Faiz (kredi), Zina
(flört), alkol ve fuhuş (eğlence), israf (lüks), rehâvet
(konfor), dinsizlik (modernite) adı altında Müslüman halklara pek güzel
şekilde empoze edilmiştir!
*
* *
Hadis, Sünnet ve Fıkıh (ilmihâl) temelleri üzerine kurulan İslâmî hayatı yıkmak
ve Müslümanları kendi sömürgeleri hâllerine getirmek üzere plânlanan bu sinsi
ingiliz oyunu, elbette sadece Hindistan’da sınırlı kalmamış, özellikle
Arabistan coğrafyasında yayılmış ve neo-selefilik, neo-hâricilik, vehhabilik
gibi bir takım YENİ gözüken ancak aslında İslâm tarihinin çeşitli devirlerinde
zaman-zaman zuhur etmiş ideolojik hareketlere zemin hazırlanmıştır.
Bu
tür ideolojik İslâm hareketleri, perde arkasından desteklenmiş ve
radyo-televizyon, yayın-evi, gazete, kitap gibi yazılı ve görsel medya gücü ile
de İslâm ülkelerinde hızla VİRÜS gibi yayılmıştır.
Bir
takım hârici ve mezhepsiz şahısların, tarihteki seleflerinden esinlenerek
hazırladıkları kitap ve tefsirler, sanki YENİ icat edilmişçesine Ramazan
hediyesi olarak, gazete eki olarak, promosyon ürün olarak, bedavaya dağıtılmak
sûretiyle topluma hızla yayılarak, kitaplıklardaki yerlerini almışlardır.
Elbette Hadis, Sünnet ve Fıkıh üzerine kurulu bir dini zayıflatmak için,
doğrudan Sünnetlere veya Hadislere saldıranlar değil : daha ısındırarak iş
görmek maksadıyla öncelikle MEZHEBLERE hücûm eden şahıslar ortaya çıkmaktadır.
Müslümanlar genellikle İslâmî ilimlerden câhil bırakılmış vaziyette
olduklarından, 4 HAK MEZHEB’in zaten Kur’ân + Sünnet + Hadis metodu ile
İslâm Fıkhı’nı temellendirdiklerini ve bu şekilde bizlere sünnet üzere makbûl
bir ibâdet hayatı yaşayabileceğimiz dört dörtlük birer İlmihâl Programı
hazırladıklarından da habersizdirler.
Bu
ilmî eksikliği fırsat bilen sinsiler, bu noktadan can damara sızarak, ZEHİR
akıtmaktadırlar.
Sanki
Hanefi veya Şâfii Mezhebleri’nin büyük imamları İmâm-ı Azam ve İmâm-ı Şâfi
Hazretleri, o günki şartlara göre kendi kafalarından ictihat etmişler de, o
günün insanına hitap etmişler .. gibi bir hâin kanaat telkin ederek, saf
müslümanların bugünki şartlara göre yeniden mezhepler oluşturmalarına yol açmak
isteyen bu sinsiler, televizyon ve radyo vâsıtasıyla hemen hergün karşımıza
çıkmaktadırlar.
İşte
bunlardan birinin hazırladığı iftira dolu rezil kitabı : ÜÇ MHMMD
(Bizim bu çirkin ifâdeyi kullanmaya dilimiz varmıyor! Efendimiz Muhammed
Mustafa (sav) bir tânedir! Üç tane olan çarpıklık khristiyanlık
dinindedir. Bu yazar, İslâm Âlimlerini (hâşâ) yahudileşmekle veya
khristiyanlaşmakla SUÇLADIĞI için kitaplarında hep bu tarz protest
başlıklar kullanıyor.)
Şimdi
sizlere bu şahsın 3 MHMMD adlı kitabından sâdece 4-5 cümle aktaracağız
ki, fazla dehşete kapılmayıp, kısa yoldan gerçeği idrâk edesiniz :
Yazara göre, Sünnet ve Hadis âlimleri, yani bütün Mezheb İmâmları ve bütün Hoca
efendilerin kafalarında YANLIŞ bir fikir varmış! O da :
<< HEP KONUŞAN BİR
PEYGAMBERMİŞ! GÖREVİ SANKİ SÜREKLİ KONUŞMAK OLAN, HEMEN HER MESELEDE BİR ŞEY
SÖYLEYEN, HAKKINDA KONUŞMADIĞI KONU HEMEN HEMEN HİÇ OLMAYAN, DURDUK YERDE
MÜNASEBET GÖZETMEDEN SÖZ SÖYLEYEN BİR PEYGAMBER TASAVVURU. GERÇEKTEN TUHAF BİR
TASAVVUR! >> (3 Mhmmd kitabı : sayfa197 veya 208 15.baskı) (sayfa numarası
baskıya göre değişebilir)
Sübhanallâh!!
Biz,
hiç böyle düşünen veya tasavvur eden bir Hadis Âlimi görmedik kıymetli
Müslümanlar! Bu kadar büyük ve çirkin bir iftira olabilir mi? Hadis
Âlimlerinin ismini bile vermeden HEPSİNİ bu iftirâ kapsamına alan
mustafa islamoğlu diyor ki :
Hadis
Âlimlerine göre “Hep konuşan bir peygamber!” varmış. “Her konuda görüş beyân
eden, gece-gündüz durmadan anlatan bir peygamber” varmış!
Peki ya
bu iftirayı niçin ortaya atıyor : Mevcut Hadis kitaplarında kayıtlı yüzbinlerce
hadis-i şerifi aklı almıyor da ondan! Yani kendi dar aklı bunları algılayamıyor
diye ortaya şöyle bir yaklaşım getiriyor kendince :
“Peygamber bu kadar çok konuşmuş ve anlatmış olamaz! Hakkında hadis olmayan
hiçbir mesele kalmamış! Nasıl olur da bu kadar çok şey söylemiş olabilir?!”
Evet,
böylece, kendi aklının almadığı bu işi İNKÂR etmeye kalkışmış ve “Bu iş
olsa-olsa Hadisçilerin uydurdukları ve üst-üste kattıkları binlerce eskimiş
fikirlerdir!” demeye işi getirmiş.
Fakat
BİZ böyle bakmıyoruz bu meseleye.
Efendimiz
Aleyhissalâtü vesselâm, vazifesi icâbı, İslâmiyet’in vicdan, itikad, amel,
ibâdet, muamelat, ve ukûbat gibi bütün kısımları hakkında bütün meseleleri
ele almış ve hepsine KUR’ÂN-ı KERİM’e dayanarak açıklamalar ve izahatler
getirmiştir.
Çünkü
O’nun görevi HER meselenin İslâmî şeklini anlatmak, önüne gelen, kendine
sorulan, karşısına çıkan HER meseleyi KUR’ÂN’a göre halletmekti. Bu vazifesini
de eksiksiz ve noksansız yerine getirdi Âmennâ!
Zaten
bir Müslümanın, imân ettiği Peygamberi lehinde böyle inanışa sâhip olması
gerekir : “Benim Efendim görevini TAM olarak yapmıştır! Bulanık
kalan, anlaşılmayan, tatmin olmadığımız HİÇ bir mesele bırakmamıştır!
Biz O’ndan râzıyız Ya Rabbi!” demek esastır.
Vedâ
Hutbesi’nin son kısmında da bu gerçeğe işâret edilmektedir :
Ashabım!
Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekatını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbınızın Cennetine girersiniz.
Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekatını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbınızın Cennetine girersiniz.
Ey Nâs!
Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?
Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?
(Ashâbı kiram)
Allah'ın dinini teblîg ettin, vazîfeni hakkıyla
yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun,
diye şehadet ederiz, dediler.
Rasûlüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı,
Rasûlüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı,
cemâat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa :
Şâhid ol Yâ Rab!
Şâhid ol Yâ Rab!
Şâhid ol Yâ Rab!
buyurdu.
Şâhid ol Yâ Rab!
Şâhid ol Yâ Rab!
buyurdu.
<<
O, nefsânî bir arzudan dolayı konuşmaz! O(nun söyledikleri),
ancak (Allâh-u
Te’âlâ tarafından Cebrâil (aleyhisselâm) vâsıtasıyla kendisine)
vahyedilmekte
olan bir vahiydir.>> en-NECM Sûresi : 3- 4
Gördün mü bay islamoğlu, senin Peygamber tasavvurun yetersiz olabilir amma
bizim O’na olan ittiba’mız %100’dür elhamdülillah!
“Benim bu hususta söyleyecek bir sözüm yok. Bana ne kardeşim, ne hâliniz varsa
görün, bütün meselelerinizi ben halledecek değilim! Bir işinizi de kendiniz
yapın!” mı diyecek Peygamber Efendimiz (sav) ? Böyle Peygamber olur mu hiç!
Elbette
olamaz ama mustafa islamoğlu’na göre bundan da ötesi varmış demek ki, yazdığı
kitapta : “Durduk yerde münâsebet gözetmeden söz söyleyen bir peygamber
tasavvuru!” kabûl ettiklerini iddia ettiği Hadis Âlimleri’ne iftirâlar
ederek “gerçekten tuhaf bir peygamber düşüncesi!” diye de kendi kıymetli
(!) yorumlarını da eklemeyi ihmâl etmemiş.
*
* *
Kitabın bir sonraki sayfasında ise, Hadis Âlimlerini bırakıp bu sefer de Fıkıh
Âlimleri’ne (Fukahâ’ya) iftirâ ediyor :
<< SANKİ BU
YAKLAŞIM SAHİPLERİNİN GÖZÜNDE PEYGAMBER BİR HUKUK DEFİNESİDİR >>
(3 Mhmmd kitabı :
sayfa198 veya 209 15.baskı) (sayfa numarası baskıya göre değişebilir)
Estağfirullah! Efendimiz Aleyhissalâtü vesselâm hukuk (yani fıkıh)
hazinesi değil midir? Nedir peki? ALLAH’ın, kendisine
gelmiş-geçmiş-geleceklerin ilmini bahşettiği Kâinâtın Efendisi hukuk hazinesi
değil de nedir bay islamoğlu?
“Biz
İslâm’a değil : Şeriat’e karşıyız!” veya “Biz Müslümanlara değil : İslâmcılara
karşıyız!” diyenlerin yapmaya çalıştığı uyanıklığı yapan m.islamoğlu, diyor ki
“Ben fıkıha karşı değilim : fıkıhçılara karşıyım!” Sebep : “Bunlar
Peygamberi hukuk hazinesi olarak gömüşler ve hüküm çıkartmak için Peygamberin
hadis ve sünnetlerini ESAS kabûl etmişler!”miş !!!
Bu kadarına diyecek söz bulamıyoruz, ağzımız
açık kaldı!
*
* *
Yazımını başında “kısaca anlatacağız”
demiştik, bu yüzden neticeye geliyoruz :
Mustafa İslamoğlu, bu kitabının ileriki
sayfalarında GERÇEK zehirini kusmuştur!
LÜTFEN
ALICILARINIZIN AYARLARI İLE OYNAMAYIN,
YAZILANLAR
GEÇEKTİR :
m.islamoğlu
diyor ki :
<< BAŞTA İMAM EBU
HANİFE VE İMAM MALİK OLMAK ÜZERE BÜYÜK İMAMLAR, SÜNNET VE HADİS MİRASINI KENDİ
ÇAĞLARI İÇİN GEÇERLİ BİR HAYATA DÖNÜŞTÜRMENİN YOLLARINI
ARAMIŞLARDIR.>> (3 Mhmmd kitabı : sayfa200 veya 210 15.baskı) (sayfa numarası
baskıya göre değişebilir)
Biz
yazarken şaşkınlıktan ağzımızı kapatamıyoruz!
Şimdi
anlaşıldı mı bu MEZHEBSİZİN gerçek niyeti !!!
M.islamoğlu
efsanesini GÖRDÜN MÜ Aziz Müslüman !!!
Hangi
akla hizmet olsun diye Ehl-i Sünnet’e,
Hadis
ve Fıkıh Âlimleri’ne itiraz ettiğini İDRÂK ettin mi Aziz Müslüman !!!
Eğer bu
yazılanlardan sonra açık kalan ağzınızı kapatamadıysanız,
bu son
cümleden sonra artık hiç kapatamayacaksınız :
<< HZ.
PEYGAMBER’İN HER DAVRANIŞ ve SÖZÜNÜ YASA ya da NORM OLARAK ORTAYA KOYAN FORMEL
BİR DEĞERE İNDİRGEYEN BİR DAMAR HEP OLAGELMİŞTİR! >> (3
Mhmmd kitabı : sayfa200 veya 211 15.baskı) (sayfa numarası baskıya göre
değişebilir)
Nasılmış m.islamoğlu efsanesi ???
Hâin
adam hoca diye çıkmış, İslâm’ı yıkmak için uğraşıyor! Kâinâtın Efendisi
(sav)’in HER davranış ve sözünü birer ÖLÇÜ ve KRİTER olarak
değerlendirmenin, Efendimiz (sav)’in Sünnet ve Hadislerinin birer YASA,
birer KANUN, birer NORM ve NİZAM olarak kabûl edilmesi
gerektiğini
KA-BUL-LE-NE-Mİ-YOR
!!!
Ona göre, Peygamberin söz ve davranışlarının,
yani Sünnet ve Hadislerinin (işimize uyan) bir kısmını alabilir veya (işimize
gelmeyen) bir kısmını da atabiliriz.
Fakat
ALLAH (c.c) öyle buyurmuyor :
<<
Artık o Rasûl size ne verirse onu hemen alın(kabûl edin), sizi
nelerden engellerse hemen (ondan) vaz geçin! Allâh(ın emir ve
yasaklarına karşı gelmekten ve onları hafife almak)’tan hakkıyla sakının!
Şüphesiz ki Allâh, (peygamberlerine muhâlefet edenlere karşı) azâbı pek
şiddetli olandır.>> el-HAŞR Sûresi : 7
<<
Onlar (Rablerinden önce söz söyleyerek veya O’ndan emir almadan bir
kelâm sarf ederek) sözle O’nu geçmezler. Zâten onlar sâdece O’nun emriyle iş
yaparlar.
(Emrolunmadıkları
şeyi aslâ yapmazlar.)>> el-ENBİYÂ Sûresi : 27
Yazar, kafaları karıştırmak üzere tasarladığı bu son cümlesinde, kasıtlı olarak
latince ifâdeler kullanmıştır. Bakınız, aynı metni sizlere İslâm dilinde
yazarsak, ne tepki vereceksiniz :
<< Efendimiz
Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bütün Sünnet ve Hadis-i Şeriflerini KANUN ya
da hayat ölçüsü olarak kabûl eden ve yaşayarak yaşatan ; ve bu Sünnet ve
Hadis-i Şerifleri RESMÎ fıkıh ve ilmihâl ÖLÇÜSÜ olarak yücelten bir YOL
her zaman olagelmiştir. Bu yol da EHL-i SÜNNET ve’l CEMAAT’tir.>>
Kütüb-ü Sitte : İbn-i Mâce’de geçen Hadîs-i Şerifte
Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm şöyle buyuruyor :
<< Muhammed
(s.a.v.)’in nefsi, kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki,
benim ümmetim yetmiş üç
fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise
ateştedir.>>
Sahâbîler,
“Yâ Rasûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular.
Rasûlüllah
(s.a.v.) “Cemaat” diye
cevap verdi. (S.İbn-i Mâce, Fiten 17)
Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm
İmam Tirmizî (rh.)’nin rivâyetinde ise şöyle buyurmaktadır :
<< İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.
Bir tanesi hariç
bunların tamamı ateştedir.>>
Sahâbîler
“Yâ Rasûlüllah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Rasûlüllah
(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: << Benim ve ashâbımın yolunda
olanlardır.>> (S.Tirmizî : Îman 18)
Hiç
şüphe yoktur ki, Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in Ashâbının yolunda dâim
olanlar,
Ehl-i
Sünnet ve’l-Cemaat fırkasıdır.
Allah-u
Teâlâ bunların gayret ve çalışmalarını makbûl eylesin.
İşte Fırka-i
Nâciye bunlardır.
Yorumlar