Bizim Başbakan, İran’ı yönetenlere hitaben, “Sözünüzde durmazsanız
itibar kaybedersiniz” deyince, içim “cız” etti, sevgili dostlarım…
Neden derseniz, İran’ın
verdiği sözleri tutmadığına ilişkin çok bilgi var tarihte…
Yıl 1559: İstanbul’un fethinin
üzerinden 106 yıl sonra…
Kanuni’nin son yılları…
Osmanlı hâlâ en parlak dönemini
yaşıyor…
Devletin muktedir kadroları,
yenilmez bir ordusu, sağlam bir maliyesi, ülke çapında yoksul bırakmayan bir
sosyal yapısı var…
Ama aynı tarihte bir büyük
olumsuzluk gelişiyor: İran’daki Safevi Devleti tehlike arz etmeye başlıyor…
Osmanlı barış arıyor, ama
mümkün değil. Safevi Şahı, Çaldıran’ın intikamını alma sevdasında..
İlle de babasının (Yavuz) sert
yumruğunu oğluna (Kanuni’ye) iade edecek…
Bunun çarelerini ararken,
Kanuni ile oğlu Şehzade Mustafa’nın araları açılıyor. Mustafa Bey, “Artık
babamız kocadı, şanlı dedemizin babasına yaptığını yapmak zamanıdır” diyerek,
babasına meydan okuduğunu ilân ediyor. Safevi (İran) Şahı Tahmasb’dan yardım
istiyor. Tahmasb, yardım sözü veriyor, ama babasının karşısında Şehzade’yi
yalnız bırakıyor.
İran’a güvenip yola çıkan
Mustafa Bey bu yolda hayatından oluyor (1553).
Bir süre sonra bu kez Şehzade
Bayezid’le Şehzade Selim arasında kavga patlıyor. Şehzade Bayezid, babasının
emrini dinlemiyor, tayin edildiği Amasya’ya gitmekte ayak sürçüyor. Bir
taraftan da ordu topluyor.
Nihayet Şehzade Selim ile
Şehzade Bayezid’in orduları Konya Ovası’nda kapışıyor. Osmanlı Ordusu’yla
takviye edilen Şehzade Selim’in ordusu, Bayezid’in ordusunu iki günde perişan
ediyor. Bayezid, Padişahlık umudunu Konya’da bırakıp önce valilik yaptığı
Amasya’ya, oradan da Kağızman’a çekiliyor.
Artık
her şey bitmiştir. Babasından yedi kıtalık bir şiirle özür diliyor:
“Ey seraser âleme Sultan
Süleyman’ım baba, Tende canım canımın içinde cananım baba… Bayezid’ine kıyar
mısır benum canım baba? Bîgünahım Hak bilür devletlü sultanım baba.”
Aynı ölçü ve kafiyeye sadık
kalan Kanuni, idam fermanını yedi kıtalık bir şiirle tebliğ ediyor:
“Ey demaden mazhar-i tuğyan u
isyanım oğul, Takmıyan boynuna hergiz tavk-ı fermanım oğul… Ben kıyar mıydım
sana ey Bayezid Han’ım oğul? ‘Bîgünahım’ deme bari tevbe kıl canım oğul.”
Şehzade Bayezid, öldürüleceğini anlayınca,
Kağızman’dan Safevi (İran) topraklarına giriyor. Revan Beylerbeyi Nizamüddin
Şahkulu’ndan, kendisinin ve ailesinin hayatının garanti edilmesi şartıyla,
sığınma talebinde bulunuyor…
Osmanlı şehzadelerinin arasına
kılıç girdiği günden beri, bundan nasıl yararlanabileceğini düşünen İran Şahı
Tahmasb’a sığınma talebi ilâç gibi geliyor. “Fırsat ayağımıza geldi” diyor ve
hayat garantisi vererek Şehzade’yi topraklarına kabul ediyor. Kazvin’de büyük
bir törenle karşılıyor. Padişah muamelesi yapıyor. Hatta sarayında ağırlıyor.
Ama el altından da Kanuni’yi
haberdar ediyor: “Şehzadeniz bizim şerefli misafirimizdir.”
YAVUZ BAHADIROĞLU
Bunun Şehzade’nin idam hükmü
olduğunu elbette biliyor. Verdiği sözü unutmuş, durumdan yararlanmaya
çalışıyor.
Kanuni ile İran Şahı Tahmasb
arasında zorlu bir pazarlık başlıyor. Sonunda anlaşma sağlanıyor: Şehzade
Bayezid, 1 milyon 200 bin altın ve Kars Kalesi karşılığında Kanuni’ye
satılıyor.
Ayrıca Şehzade Selim padişah
olduğunda (çünkü tahtın başka varisi kalmamıştır), İran’la dost kalacaktır.
İran verdiği sözü yine unutmuş,
çoktan sözünün üstüne yatmıştır.
İran’a güvenerek yola çıkan
Şehzade böylece babasının cellâtlarına teslim ediliyor (25 Eylül 1561).
Tarih,
“ders” almasını bilene ders, “ibret” almasını bilene ibrettir!
Yorumlar